Enerji maliyetlerindeki dalgalanmalar, hammadde tarafındaki sert rekabet, SKDM’nin getirdiği uyum yükümlülükleri ve finansmana erişimdeki zorluklar Türkiye çelik sektörünün ana gündemini oluşturuyor. Buna rağmen uzmanlar, Türkiye’nin orta vadede küresel düşük karbonlu çelik tedarik zincirinin önde gelen ihracat merkezlerinden biri olmayı sürdüreceği konusunda hemfikir.Bu değerlendirmeyi yapan Yasin Kanbur (Hangzhou CIEC Group - Ortadoğu Bölge Genel Müdürü), Türkiye’nin uzun yıllardır EAF ağırlıklı üretim modeli, güçlü hurda tedarik zinciri ve stratejik konumuyla küresel ticarette önemli bir rol üstlendiğini vurguluyor. Kanbur, sektörün mevcut koşullar doğrultusunda ihracat dinamiklerini yeniden şekillendirdiğini ifade ediyor. “Türkiye çelik sektörü, EAF (elektrik ark fırını) ağırlıklı üretim yapısı, geniş hurda tedarik zinciri ve coğrafi konumu sayesinde uzun yıllardır küresel çelik ticaretinde bölgesel bir merkez niteliği taşıyor.”
Yaklaşık 55–60 milyon ton ham çelik kapasitesine sahip sektör, son yıllarda 33–35 milyon ton bandında fiili üretim gerçekleştiriyor. Üretimin büyük kısmı ihracata bağlı olduğu için, dış pazar koşulları iç piyasadan daha belirleyici hale gelmiş durumda. Türkiye’nin EAF temelli üretim yapısı, düşük karbon profili sayesinde özellikle Avrupa’nın karbon düzenlemelerinde önemli bir rekabet avantajı yaratıyor.Ancak enerji maliyetlerindeki artış, ton başına maliyeti 25–40 USD yükselterek fiyat rekabetini dönem dönem zayıflatıyor. Uzmanlara göre enerji fiyatlarındaki istikrarın artması, Türkiye’nin çevik üretim yapısına ihracatta yeniden güç kazandırabilir.
Türkiye’nin yıllık 20–25 milyon tonluk hurda ithalatıyla dünya lideri olması EAF üretiminin sürdürülebilirliği için kritik önem taşıyor. Fakat AB’nin hurdayı “stratejik hammadde” ilan etmesi ve çeşitli bölgelerde EAF yatırımlarının hız kazanması rekabeti artırıyor. Fiyatlarda %10–15 aralığında oynaklık yaşanırken, Türk üreticiler hurda–bilet–slab arasında daha esnek tedarik stratejilerine yönelmiş durumda. 2024’ün son çeyreğinde artan bilet ithalatı da bu yaklaşımın en somut yansıması olarak öne çıkıyor.
ABD’nin vergi duvarları ve Avrupa’nın kota mekanizmaları, Türkiye’nin ihracat haritasını doğal olarak yeni bölgelere yönlendiriyor. Suudi Arabistan’ın mega projeleri, Mısır ve Cezayir’in güçlü tüketimi, Kuzey Afrika’nın istikrarlı inşaat döngüsü, Batı Afrika ve Latin Amerika’da artan talep, çok merkezli ihracat stratejisini zorunlu kılıyor. Türkiye’nin yıllık 12–14 milyon tonluk yarı mamul ve nihai mamul ihracatının son yıllarda belirgin biçimde çeşitlenmesi de bunun göstergesi.
SKDM süreci, üreticilerin karbon ayak izi ölçümlerinden MRV standartlarına, yenilenebilir enerji kullanımından proses verimliliğine kadar geniş bir uyum çerçevesi gerektiriyor. Uzun vadede hidrojen uyumlu DRI tesisleri ve yüksek verimli teknolojik dönüşümler, sektör için büyük ölçekli finansman ihtiyacını beraberinde getiriyor.
Asya ve Körfez menşeli ürünlerle yaşanan rekabete rağmen, enerji fiyatlarının normalleşmesi ve hurda arzının istikrara kavuşması hâlinde Türkiye’nin lojistik avantajı yeniden öne çıkabilir. Suudi Arabistan, Mısır, Fas ve Doğu Afrika gibi bölgelerdeki güçlü talep projeksiyonları, Türk çeliği adına önemli hacim fırsatlarına işaret ediyor. “Hızlı teslimat – çevik üretim – fiyatlama esnekliği” üçlüsü, küresel fiyatların yakınsadığı bir ortamda Türkiye için kritik bir rekabet avantajı yaratıyor.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmadı