OECD'nin güncel projeksiyonlarına göre, 2027 itibarıyla küresel çelik kapasite fazlası 721 milyon tona ulaşacak. Bu durum, sektörün sürdürülebilirliği açısından ciddi bir kırılma noktasına işaret ediyor. Bu fazla kapasite seviyesi, tüm OECD ülkelerinin toplam mevcut üretimini 290 milyon ton aşacaktır. Talep artışının yavaş olması beklendiğinden, kapasite kullanımı bir kez daha %70'e doğru gerileyebilir ve bu durum, son derece rekabetçi çelik üreticilerinin bile sürdürülebilirliği üzerinde büyük bir baskı oluşturabilir.
Çin Baskısı Derinleşiyor
Dünyanın en büyük üreticisi konumundaki Çin, global arz fazlasının başlıca kaynağı olarak öne çıkıyor. Son aylarda iç talepte bir miktar yavaşlama gözlense de ülke genelindeki çelik fabrikalarının %60’ından fazlası kârlılığa geçmiş durumda görünüyor. Bu oranın geçen yıl yalnızca %30 civarında olduğu biliniyor.
En büyük kapasite artışları Çin, Hindistan, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da yoğunlaşıyor. Bu da pazarların doygunlaştığı, ticari gerilimlerin arttığı bir dönemde arz yönlü baskının giderek büyüyeceği anlamına geliyor.
Avrupa: İki Ateş Arasında
Avrupa çelik endüstrisi, Çin’in dampingli ihracat politikaları ile ABD’nin sert tarifeleri arasında sıkışmış durumda. Bölgede çelik fiyatları zaman zaman oldukça ucuz seviyelere gerilerken, zaman zaman ileri teknolojili üreticiler bile ayakta kalmakta zorlanıyor. Enerji maliyetlerinin yüksekliği ve AB’nin çevresel düzenlemeleri ise rekabetçiliği daha da zayıflatıyor.
Bir yandan ihracat gelirine ihtiyaç duyan Avrupa, diğer yandan ABD’nin korumacı politikaları nedeniyle pazar erişimini kaybediyor.
ABD: Stratejik Ürün, Siyasi Karar
Hem Biden hem Trump yönetimlerinin ortaklaştığı nadir konulardan biri olan çelik sektörü, ABD için stratejik bir öneme sahip. Yüksek ithalat tarifeleriyle iç üretimi korumaya çalışan Washington, aynı zamanda Çin menşeli ürünlere yönelik baskıyı da artırıyor.
ABD yönetimi, çelik üretimini yalnızca ekonomik değil, ulusal güvenlik boyutunda da ele alıyor. Bu bağlamda, yerli üretimi destekleyen vergisel teşvikler ve altyapı yatırımları, Amerikan çelik endüstrisini koruma altına alıyor. Ancak bu yaklaşım, ticaret ortaklarıyla ilişkilerde yeni gerginliklere yol açıyor.
Yeşil Gelecek Belirsizlikle Gölgelendi
Avrupa merkezli üreticiler, yeşil çelik dönüşümüne odaklanmış görünüyor. Dev şirketler, hidrojenle çelik üretiminde ilerleme kaydediyor. Ancak bu üretim yöntemlerinin maliyeti hâlâ geleneksel yöntemlere göre %30 ila %60 daha yüksek olarak hesaplanıyor. Bu durum da piyasa istikrarsızlığıyla birleşince, dönüşüm yatırımlarını riske sokuyor.
Ayrıca, düşük karbonlu çelik için oluşan yeni talep havuzu henüz yeterince derin değil. Dolayısıyla yeşil ürünlerin pazarda kendine kalıcı bir yer edinmesi için hem politika desteğine hem de daha fazla müşteri taahhüdüne ihtiyaç var.
Sarmal Derinleşiyor: Ne Azaltılabiliyor Ne Sürdürülebiliyor
Çelik üretimini azaltmak, işsizlikten enerji güvenliğine kadar pek çok riski beraberinde getiriyor. Ancak üretimin sürmesi durumunda da marjlar eriyor, çevresel etkiler artıyor, küresel rekabet daha da kızışıyor. Sektörün geleceği, sadece ekonomik değil, aynı zamanda çevresel ve jeopolitik dengeler açısından da kritik bir sınavdan geçiyor.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmadı